Kant, Schopenhauer ve Nietzsche’nin Kadınlara Özlemi: Felsefe’nin Yalnız Tesellicileri

Kant, Schopenhauer ve Nietzsche’nin Kadınlara Özlemi: Felsefe’nin Yalnız Tesellicileri | Terapist Ali Bayguen

Felsefenin en büyük isimlerinden bazıları, hayatlarını yalnız geçirmiş erkeklerdi. Özellikle Immanuel Kant, Arthur Schopenhauer ve Friedrich Nietzsche… Ortak noktaları yalnızca felsefi dehaları değil, aynı zamanda kadınlara duydukları karmaşık hislerdir: mesafe, özlem, hayal kırıklığı ve zaman zaman düşmanlık. Bu üç filozofun kadınlara dair düşünceleri, kişisel hayatlarıyla sıkı sıkıya örülüdür. Peki, bu düşünceler sadece teorik bir kadın düşmanlığı mıydı, yoksa derinlerde bastırılmış bir özlemin, yoksunluğun ve hayal kırıklığının felsefi dışavurumu muydu?


Kant: Titizlik, Soğukkanlılık ve Ulaşılamayan Kadın

Immanuel Kant’ın hayatı dakikliğiyle, yalnızlığıyla ve çocuksuz, evliliksiz oluşuyla anılır. Ahlak felsefesinde “iyi niyet” ve “ödev” gibi kavramları merkeze alırken, duygusal alanı bilinçli biçimde dışarıda bırakır. Kadınlara dair düşüncelerinde de aynı mesafe vardır. Kadını estetik bir varlık olarak görür; daha çok ahlaklı olmaya yöneltilmesi gereken biri olarak değerlendirir.

Kant için kadın, ulaşılması gereken bir “erdem nesnesi” değil, kontrol edilmesi gereken bir duygusallığın simgesidir. Belki de bu yüzden gerçek bir ilişki yerine, teorik soyutlamaları tercih etti. Onun kadınla mesafesi, aynı zamanda kadınsı olandan duyduğu bir korkunun ve belki de bastırılmış bir arzunun göstergesiydi.


Schopenhauer: Kadın Düşmanlığında Bir Yara

Arthur Schopenhauer, kadınlara dair söyledikleriyle en çok tartışma yaratan düşünürlerden biridir. Ona göre kadınlar, akıl bakımından yetersiz, irade tarafından yönetilen zayıf varlıklardır. Onun bu görüşü sadece felsefî bir duruş değil, kişisel deneyimlerinin de bir yansımasıdır.

Schopenhauer’in yaşamı boyunca hiç ciddi bir ilişkisi olmadı. Annesiyle olan çatışmalı ilişkisi ve kadınlarla kuramadığı duygusal bağ, onun filozof maskesiyle örttüğü bir kırgınlık taşıyordu. Kadınlara yönelik öfkesi, kimi zaman neredeyse romantik bir hayal kırıklığına dönüşür: Yani, erişilemeyen bir sıcaklığa duyulan öfke.

Onun kadın düşmanlığı, aşkı “türün devamı için kandırmaca” olarak gören nihilizmiyle birleştiğinde, geriye yalnızca özlemin inkârı kalır.


Nietzsche: Aşk, Güç ve Kadın

Nietzsche’nin kadınlara dair düşünceleri ise hem Schopenhauer’den miras alındı hem de onunla çatıştı. “Kadına gidiyorsan kırbacını unutma” sözünü yazacak kadar provokatifti, ama aynı zamanda Lou Andreas-Salomé’ye karşı yaşadığı tutkulu ama karşılıksız aşk, onun kadınlara duyduğu karmaşık özlemin açık bir örneğidir.

Nietzsche için kadın, hem doğanın temsilcisi hem de erkeğin karşısındaki güçtür. Kadını anlamaya çalışır, hatta kadınsı olanı felsefeye dâhil etmek ister. Ancak her seferinde hayal kırıklığı yaşar. Salomé’nin reddi, Nietzsche’nin hayatında derin bir iz bırakır. Filozofun yalnızlığı, artık sadece entelektüel bir tercih değil, duygusal bir zorunluluk hâline gelir.

Onun “üstinsanı”, duygusal bağlara ihtiyaç duymayan bir varlıktır. Ama bu figür bile, belki de en çok kadınlara duyulan arzunun ve reddedilmenin üzerine inşa edilmiştir.


Sözün Özü: Kadınsız Bir Felsefenin Sessiz Arzusu

Kant, Schopenhauer ve Nietzsche’nin kadınlara dair düşünceleri ilk bakışta düşmanlık gibi okunabilir. Ama satır aralarına dikkatle bakıldığında, hepsinde ortak bir tema ortaya çıkar: arzu, özlem ve yoksunluk. Kadını anlamaya çalışmış, ama ulaşamamış üç yalnız adamın felsefesi, bir bakıma kadınsız kalmış bir dünyanın akılcı haritasıdır.

Bu filozoflar kadınlara sırtlarını dönerken, aslında dönüp dolaşıp onlara bakmaya devam etmişlerdir. Kadın, onların düşüncesinde yok sayılmış değil, bastırılmıştır. Ve bastırılan her şey gibi, düşüncelerinin en karanlık köşesinde kendine bir yer edinmiştir.

Ücretsiz Ön Görüşme

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neden? BDT, Neden Şimdi?

BDT ile Tükenmişlik Tedavisi: Gücünü Yeniden Kazanmak Mümkün - Bölüm 1

En Güzel Yüzey “Kadın Teni” Daha Güzeli “Kitap”