Efendi-Köle İlişkisinde Gizli Tuzak: “Emeğin Üstünlüğü”

Efendi-Köle İlişkisinde Gizli Tuzak: “Emeğin Üstünlüğü” | Modern Sömürünün Yeni Maskesi

Hegel’in efendi-köle diyalektiği, emek ve özgürlük kavramlarını iç içe geçirerek insanın kendilik bilincine ulaşma sürecini anlatır. Bu diyalektiğin en çarpıcı yönlerinden biri, kölenin emek yoluyla özbilince ulaşmasıdır. Ancak bu anlatı, modern toplumda çoğu zaman başka bir tuzağın üzerini örter: Emeğin kutsanması yoluyla efendiliğin yeniden üretimi.


Emeğin Övgüsü ve Köleliğin Maskelenmesi

Modern ideolojiler, özellikle sanayi devriminden bu yana, emeği yücelten bir anlatı inşa etmiştir. “Çalışmak kutsaldır”, “Alın teriyle kazanmak” gibi ifadeler, emeğin ahlaki ve toplumsal bir üstünlük taşıdığını telkin eder. Ancak bu anlatı, emeği özgürlükle özdeşleştirmeye başladığında tehlikeli bir noktaya evrilir. Çünkü burada emeğin kendisi değil, emeğe zorunluluk göz ardı edilir.


Köle, Hegel’in de söylediği gibi, doğrudan yaşamını sürdürebilmek için çalışmak zorundadır. Bu zorunluluk onu dönüştürür, nesneleri işler, dünyayı değiştirir, kendisini üretir. Ancak burada bir paradoks ortaya çıkar: Köle, çalıştığı sürece özgürleştiğini sanırken, çalışmanın kendisine bağımlı hale gelir. Bu durum, özgürlüğün değil, emeğin ideolojik yüceltimi üzerinden yeniden kurulan bir köleliktir.


Modern Efendiler ve Gönüllü Kölelik

Bugünün “efendileri” artık kırbaç taşımaz, çalışma saatleriyle, performans hedefleriyle ve “kariyer” vaatleriyle yönetir. Çalışan birey, kendi emeğini pazarlarken özgür olduğunu sanır; oysa pazarlık masasında seçenekleri sınırlıdır. “Kendi işinin patronu olmak”, “girişimci ruh” ya da “üretkenlik kültürü” gibi kavramlar, köleliğin yeni ideolojik maskeleridir.


Bu noktada “emeğin üstünlüğü” söylemi, hem bireysel başarıyı hem de sistemin devamını meşrulaştırır. Artık insanlar kendi köleliklerini sorgulamaz; çünkü “çok çalışmak” zaten erdemli bir şeydir. Bu, köleliğin gönüllü hale geldiği noktadır.


Çıkış Nerede?

Burada çıkış, emeği değersizleştirmekte değil; emeğin zorunluluğunu sorgulamakta yatar. Soru şudurEmek bir özgürlük alanı mı? yoksa bir zorunluluk düzeni mi? Ne zaman, ne için, kimin adına çalıştığımızı sormadıkça; “emeğin üstünlüğü”nü savunurken aslında kendi zincirlerimizi parlatıyor olabiliriz.


Marx’ın “emeğin yabancılaşması” kavramı, Hegelci diyalektiği maddi zemine indirerek bu tuzağı daha görünür kılar. Ancak çözüm, sadece sistem eleştirisiyle değil; bireysel düzeyde emek ve anlam ilişkisini yeniden kurmakla mümkün olur. Belki de asıl mesele, çalışmanın kutsal değil, araç olduğunu hatırlamaktır.


Sonuç:

“Emeğin üstünlüğü” söylemi, ilk bakışta adaletli ve ahlakidir. Ancak bu söylem, efendi-köle ilişkisinin yapısal devamlılığını gizler. Gerçek özgürlük, çalışmanın biçimini ve amacını sorgulamakla başlar. Çünkü bazen özgürlüğümüzü en çok savunduğumuz yer, zincirlerimizi en sıkı tuttuğumuz yerdir.

Tam da bu noktada Tarihin en karanlık sayfası “Auschwitz” kapısında yazan “Arbeit macht frei” Çalışmak özgür yapar! kocaman bir safsata olduğu derin yaraların sebebidir. Çalışmazsan Ölürsün! örtülü tehditi olduğunu tarih ortaya koydu. Efendiler tarihin her döneminde emeği, emekçiyi hep sömürdü. Yaşlı dünyada hala ezilen emekçiler, açlıktan ölen çocuklar bunun kanıtıdır.

Ücretsiz Ön Görüşme

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neden? BDT, Neden Şimdi?

BDT ile Tükenmişlik Tedavisi: Gücünü Yeniden Kazanmak Mümkün - Bölüm 1

En Güzel Yüzey “Kadın Teni” Daha Güzeli “Kitap”