Kayıtlar

Haziran, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Monte Kristo Kontu Kitabının Dini-Psikopatolojisi

Monte Kristo Kontu Kitabının Dini-Psikopatolojisi Alexandre Dumas’nın klasik eseri Monte Kristo Kontu, intikam, adalet, ihanet ve kefaret gibi temalarıyla sadece bir macera romanı değil, aynı zamanda derin psikolojik ve dini sembollerle örülmüş bir anlatıdır. Edmond Dantès’in baştan sona yaşadığı dönüşüm, sadece bir kahramanlık hikayesi değil, aynı zamanda bir dini-mistik figüre evrilme sürecidir. Bu yazıda, romanın dini alt metinleri ve kahramanın psikopatolojik dönüşümünü birlikte ele alacağız. 1. Tanrılaşan İnsan: Edmond Dantès’in Mesihleşmesi Edmond Dantès’in haksız yere hapsedilişi, Hristiyanlıkta İsa’nın çarmıha gerilişini andırır. Masum bir adam olarak çürümeye terk edilir. Chateau d’If zindanı, bu bağlamda bir tür çilehane ya da mezardır. Ancak burada Abbé Faria ile tanışmasıyla birlikte, Dantès bilgiyle yeniden doğar. Bu doğum, bir tür yeniden diriliştir. Edmond artık sadece bir adam değildir; Monte Kristo Kontu olarak adet...

Ruhları İyileştiren Stendhal, Dostoyevski, Freud

Ruhları İyileştiren Stendhal, Dostoyevski, Freud İnsan ruhu, karmaşık ve derin bir evren. Bu evrende yönümüzü bulmamıza yardımcı olan bazı isimler vardır ki, yalnızca edebi ya da bilimsel katkılarıyla değil, iç dünyamızda yankılanan etkileriyle de bizleri iyileştirirler. Stendhal, Dostoyevski ve Freud…                    Üçü de farklı alanlarda çalıştı ama hepsinin ortak bir özelliği vardı: insan ruhunun sırlarına yaklaşmak, onun çalkantılarını dile getirmek ve anlamaya çalışmak. Stendhal: Aşkın Anatomisini Çıkaran Yazar Stendhal, 19. yüzyıl Fransız edebiyatının en önemli isimlerinden biri. Kırmızı ve Siyah ve Parma Manastırı gibi romanlarında bireyin arzularını, toplumla çatışmalarını ve aşkın doğasını incelikle işler. Onun en çarpıcı yönü, insan duygularını şaşırtıcı bir açıklıkla analiz etmesidir. Aşkın “kristalleşme” süreci üzerine yazdıkları, yalnızca edebî değil, psikolojik bir ...

İskender, Napolyon ve Hitler Sevişebilselerdi Dünyayı Ateşe Vermezlerdi

İskender, Napolyon ve Hitler Sevişebilselerdi Dünyayı Ateşe Vermezlerdi Tarih boyunca dünyayı ateşe verenlerin ortak bir yönü var: Erkek olmaları. Hem de yalnızca biyolojik anlamda değil — hegemonik, saldırgan, bastırılmış arzularla dolu bir erkeklik. Peki ya bu erkekler sevişebilseydi? Gerçekten, sevgiyle, şefkatle, karşılıklı hazla… Sevişebilselerdi? Belki dünya tarihi bambaşka bir yöne evrilirdi. İskender’in Doğu seferleri… Napolyon’un Avrupa’yı yerle bir eden hırsı… Hitler’in soykırıma varan deliliği… Tüm bunlar sadece güç arzusu muydu? Yoksa derinlerde bir yerlerde, görülmemiş, dokunulmamış, anlaşılamamış bir bedenin haykırışı mı vardı? Belki de bu adamlar, savaş meydanlarında binlerce cana mal olan bu gövde gösterilerini yapmasalardı da, bir gece kimliğiyle, arzusuyla, kırılganlığıyla kabul gördükleri bir yatağın içinde çözülselerdi. Belki bir kucak, bir nefes, bir sıcaklık yeterdi. Sevişmek ve İktidar: Birbirini Neden Dışlar? ...